Her yaprağı,düşerken tutuldu
henüz dalından,tazecik.
Her harfi bir buğday tanesi kadar sarı
onca keşmekeş içinde yüzünü anlatan
emekçi defterimin.
şehrimde yorgun yüzün,
okkalı bir sevdayı çağırıyor hüzün..
Yanında isyankar;
sığınıyor yalnızlığına tenimin.
Kehribar renine boyanmış şiirlerinde,
bir başak tanesi kadar uzuyor boyum;
sesimse bir oktav daha inceliyor;
bilesin diye yanında olduğumu
gecenin hamağında okuduğun şiirlerinin.

Hakkımda

Fotoğrafım
"O'na ulaşmak istedim mi ilkin kendi adamlarımın silahlarına takılıp daha öteye gidemiyordum" Franz KAFKA

8 Ekim 2010 Cuma

çimenlik üzerinde bir sabah

...sonra kedi, yavrularını tek tek taşıdı hazırladığım yuvaya.Dört yavruyu tek tek, onbeş dakikalık aralarla yuvaya taşıdı.Herbirinin güvende olduğunu kontrol ederek ve gözlerime bakarak; “evet sana güveniyorum” der gibiydi..Dört yavru yuvaya güven içinde yerleşmişti o sabah...
.....

-Siz yazar mısınız hanfendi ?
.

Günlerdir takipte olan garson sonunda beni bahçenin en uzak masasında kıstırmış, o soruyu sormuştu bir cesaretle.”Yazar mısınız ?” .Yazarım;çok güzel kurgular, hayallerimi çok güzel okuturum istesem..Ama yapmıyorum.Şu elimdeki küçük not defterine kimbilir neler yazıyorum değil mi?Asla kimsenin okuyamayacağı ve sizin hep merak edeceginiz şeyler garson bey.Hakkımda bileceğiniz tek şey ; sabahları bir poğaça ve iki bardak şekersiz çay ile kahvaltı yaptığımdan fazlası olamayacak ne yazık ki..
Aslında, anlatsam garsona; öykümü,içimdekileri,dört yıl önceki kediyi,dün geceyi, Lordumu,şatosunu..İçimdekileri şuracıkta döküversem..Orucu bozulur mu?Sorduğuna pişman olur mu; yazar mıyım,yazmaz mıyım ..Bilmem ki ; denemeden bilinmez..

En azından o, cesaret gösterip bana sordu ; merak, kötü birşey mi, iyi mi bilmiyorum bazen.Ama bu masumca bir merakın sonucu bile olsa; sorgulanmayı sevmiyorum en rahat anımda.

..Poğaçanın iç kısmındaki kaşar peyniri kedi ile paylaşıldı.Zaten kediyi de o yüzden anlatmaya başlamıştım size; gözlerime bakan genç kedi yüzünden..
Ona da başka bir sabah devam ederim Lordum..Pelerinime sarındım şimdi; birazdan karşıdaki tepenin yamacından, uygun bir rüzgar bulunca kendimi bırakacağım size doğru.Birkaç güne kalmaz yanınızda olurum;zira uzun bir yolculuk olacak Kuzey rüzgarlarının peşisıra.
Perdelerinizi açıyorum;siz de uyanın artık Lordum.Bakın herkes günü karşılıyor bir şekilde;
Günaydın kedi,
Günaydın bay garson

...günaydın Lordum ..

kıyıda

Yanağımdan süzüldü usulca ,gözlerimin içine bakarak. O kadar yoğun ve ağırdı ki ; aktı yanağımdan boynuma,tutamadım. “Yarın hava çok sıcak olacak” diye kulağıma fısıldarken;bir yandan da ona inanmam için gökyüzündeki yıldızları gösteriyordu ..Işıl ışıldı gece, ay sönmüş;tek tek yıldız olmuştu sanki bölünerek..

Senin gelmediğin o gece;İlk kez bir çiy tanesini koynumda uyuttum gün doğana kadar, yaz gecesinin titreten serinliğinde..

// kıyıda

19 Nisan 2010 Pazartesi

Bir Dilek Tuttum Baobab Ağacı'nın Altında

Beni sevdiğini asla bilemeyeceğim.Azad ediyorum seni o yüzden. Bir uçurtma kuyruğu uzatıyorum sana ellerim kadar yakın; uç uçabildiğin kadar özgürlüğüne diye..
Ne tuhaf; “Adalarıma İyi Bak”’ı yazmaya başladığımda sen vardın hayatımda.Yakınlardaydın, seni görüyordum, duyuyordum..Ulaşabiliyordum sana.Oysa yalnız insandı hiç bir yere ulaşmayan sana göre..Ama ben,menzilini sana göre ayarlayabiliyordum daktilomun attığı harflerin.Çoğu adalara denk geliyordu ; ıssız,uzak ama orada olan adalara..
Şimdi yoksun biliyorum.Güneşli bir koyun koynunda,bir Pazartesi'de , henüz sabah çayını yudumlarken düşlüyorum seni; belki düşlerimdeki gibisindir, aslında hiç olmadığın karşı adaların kıyısında..
Tüm bunlardan öte uzakları düşlesem de ötedesin artık ; adı üzerinde adalar senin..Onlara bakmak bana düşmüştü; zaman,tüm acımasızlığı ile geçti; deniz dalgalandı, fenerler söndü gitti..Birkaç tekne çarptı şamandıralara, izlerimiz kayboldu. Ardında bir kaç aç martı, martının ağzında kan, yaralı balıklar bıraktı bizden kalan düşlerde.
Bir dilek tuttum Baobab Ağacı'nın altında, giderken..Lütfen dokunmasın yalnızlığına,her esişinde bu samyelini yüzünde hissettirecek olan varlığım..Sesimi duyurmadan, küreklerimi sana değdirmeden geçip gideyim her gece yanından.Sen duymadan,sana duyurmadan, usulca.

Adalar artık senindir;onları tüm kalbimle sana bırakıp gidebilirim..Olduğum yere, bir kitap ayracının yanına, bir deftere..ya da bir daktilo sayfasına yazıyorum işte..Itırlar yeşerdiğinde ;Nisan her zamankinden daha çok zulmettiğinde şehre..Biri tutar getirir sana elinden bu yazıyı diye...şimdiden..

// Nisan-İzmir

13 Şubat 2010 Cumartesi

Kırmızı soluğunu şimdi çevirip de bakma bize lütfen..Makamını bilmediğin bir şarkı söylüyor insanlık.Notaları keşmekeş içinde;anlayamazsın.Kargalar bile anlamıyorlar ki ;bu bozuk senkrona gülüyorlar.. Sızın artmasın olduğun yerde;sızımsa dinmesin.Dinmesin ki; her yeni doğan çocukla insanlıktan umudunu kesmediğini düşünenlerin tanrısına ben de acı ile gülümseyebileyim.Sonrasında iyilik güzellik demek isterken önümüze çıkan taşlara takılıyorum; burada..Bu sefer olmuyor;zira,

Sırtınızda oraklarla
girdiğiniz tarlaların,
biçilen ekinlerin,
tarihlenen ekimlerin ardısıra;
ayakta alkışlanan ve örse vuran çekiçlerinizin
bekçisi şimdi bu korkuluklar.
çöpten,samandan;
ağzında duyamadığımız binlerce
lakırdı ile kargaları kovuyorlar;
Lak lak ..karga gak..!

Kışın dibi // İzmir

8 Şubat 2010 Pazartesi

hoşça kal

Kalp ağrısı ile karışık sırt ağrısı..Rutubetten diyor Turan Reis; dizlerimde de bir sızı..

“siyatiklerin azmıştır üstad..Bu havalara alışkın değilsen vay haline ;hele ki yaşın 50 yi geçmişse..”

Geldiğimden bu yana çok yağmur yağdı burada hala yağıyor .Birara dolu bile yağdı.Fırtınayı hiç saymıyorum..Şimdi ise kırık bir ışık var kasabanın üzerinde;her an tayfını oluşturmaya hazır..Alaim-i sema der eskiler,ebem kuşağı..Gökkuşağı işte bildiğin.Oluşacak gibi duruyor ;sanki elimi uzatsam,dokunsam, renkleri elime bulaşacak..

Peki ya ben nasılım ?

Günlerimin ve uykularımın düzensiz gidişatını bir yana bırakıp yazmanın ve okumanın tadını çıkarıyorum..Sana ,kendime ve başkalarına. Parasızlığın,derdimi alan şaraplarımın ,oltama takılan balıkların vefasını nasıl öderim bilmem..Beni hiç yalnız bırakmıyorlar.
Ne kadar oldu geleli,daha ne kadar kalırım burada bilmiyorum..Giderken haber vermediğim için bu sitemin,bu öfken biliyorum..Bir soluğa,bir es e ihtiyacım vardı benim de.

Son görüşüm seni gözümün önünden gitmiyor;gülümseyen gözlerin hele..

İyi ol,güzel ol sen..ve mektuplarımı bekle.

..Nasılsa buradaki varlığım;uzun mektuplara gebe..

“hoşça kal ayrıkotu,

hoşça kal..!”

sabah huysuzluğum

Yeşil çuhanın lekelerini sayarak ,kirlerinin nasıl çıkarılacağına akıl yoruyorum bir saattir..Sonra,tavana-sağlam-asılmış televizyondan Ayşe Teyze çıkıp,yıllarının kimya bilgisi ile “Ace evladım!Ace kullanmalısın” diyerek endişelerimi atmamı sağlıyor üzerimden..Evet Ayşe Teyze,yeşil çuhanın kahverengi kahve lekesi için “Ace” kullanılmalı.Eyvallah;ya kalpteki lekeleri ne ile çıkarırsın Ayşe Teyze ? O konuya bir formülün var mı..?Mümkünse artık gidip torunlarını falan büyüt-sen..!
Eziyetim;çaycı amcanın TV kanalını değiştirmesi ile biraz olsun azaldı.Bir sabahçı kahvesinde çayımı bekliyorum.Bu sefer beklediğim sadece çay,sen değilsin.Kaçıncı çayım senden sonra içtiğim;bilmiyorum..Üzerine kaç bardak çay kokladım onu da unuttum..Sadece bir bardak çay istiyorum şuan;demli,ince belli,şekersiz..Tavşan kanı..
Tavşanın kanını içmek fikri birgün olsun soğutmadıysa şimdiye kadar bizi çay içmekten..Genlerimizdeki vampir dominantlığını aklıma getiriyor bu durum; hemen ertesinde değişen kanaldaki adam da öyle diyor.Sabah belgeseli;Yay-Çep’in kımıllı böceklerinden beri merak etmediğim börtü böceği anlatıyor adam..Oysa ben vampirleri merak ediyorum;onlarla röportaj yapıp ;”kanımı emin..!”diyesim geliyor.0 Rh (-)..Kanımdan geliyor işte olumsuzluk;her şey negatif..
Belki de kan nakli gerek kimbilir..
Akşamdan kalma telaşlarım,dingin bir denizin üzerinde salınıyor bu sabaha doğru.Berrak,durgun,buz gibi bir denize bakıyorum,sen uykunda düşlerini sayıklarken.Kafamda bir ağırlık;yine onu evde bırakıp gelmek istemiyorum..Ürkütücü oluyor kafasız,otobüslerde,böyle kahvelerde..İyisi mi bir bank bulup uyumak saçak altında;zira yağmur yağmakta şehrimde,her şey sırılsıklam..
Deniz biraz daha yükseldi azönce.Gel-gitlerinden yorgun; bu sabah yağmurun eşliğinde.

5 Şubat 2010 Cuma

Erguvanlar açtığında

Orada olmayacağım.

Issız,sakin kıyılarına,

yengeçlerin kollarında saklanan

yavrularına

ve kayalıklarına,

haber salıyorum..

Artık,tüm çıplaklığın baki bende;

uyku arası mahmurluğundaki

huysuzluğun..

Bir daha ne zaman uyanırız bilinmez ki.

zaten çoktan haketmiştik bu uzun uykuyu..

gün sönmüş koynunda denize batarken.

suskunluğuna güveniyorum şimdi ;

çok konuştuğum günlerimi affet

affet ki;

acımasın yanıma aldığım anılarım,

karayazgılı bir şehre giderken ,

tek kollu çocukluğuma..

“Seninle her konuştuğum an, bana “ilham” olarak geri dönüyor” demiştin o sabah..Az sonra ayrılıp;sen doğuya,ben batıya doğru yola çıkacaktık..Tam ayrı yönlere..Zaten apayrı yönlerden gelmiştik bu noktaya..Uzun süredir orada duruyordun;farkındaydım,farkındaydın..Aramızdaki farkı da biliyorduk..Yanıtını ancak çok uzun cümlelerle verebileceğim sorular soruyordun bana..Anlatmaya başlarsam ,uzun bir yolculuğa çıkmamız gerekecekti seninle.O yüzden durdum.Tam ayrıldığımız noktada.Artık hayatlarımızın farklı yönlere doğru gittiğini anlamıştık ikimiz de .Biliyorduk;bir daha birbirimizin yoluna çıkmayacaktık..Ama sen bana,ben sana ilham vermeye devam edecektik..Bir Haziran sabahında,yaza yüz tutmuş metinler yazdıracaktın sen bana , doğudan batıya..
Seviyordum cümlelerini,bana yakınlar,benden bahsediyorlardı sanki..Durup düşünüyordum çoğu kez;”benim için mi yazdı acaba?” diye..Sanmam..Kırılmış bu dalın artık rüzgarı bile affetmeye tahammülü yok çünkü..
Sanırım tüm bunları ikimiz de hakettik.Artık bununla yaşayacağız;sen doğuda ben batıda..Sen doğunun yasemen kokulu odalarında sevişeceksin kimonosundan sıyrılmış çekik gözlünle;ben sirtakisinde terleyen esmerimle;kanomda kürek çekerken..Yeterince uzaklaşınca birbirimizden;belki o zaman..Uzaklara efil efil esmenin tadını çıkaracağız..
“İyi ki o noktada durmuşuz” diye bir oh çekeceğiz içimizden..İstediğimiz sadece bir çay içimlik mola idi hayattan..Tam noktasında,şekersiz,demli bir çay..
Sonrası iyilik,güzellik işte..

kalemimdeki çözülüşün rahatlığı *

Şaşkınlığımın yanında,hüzün de bıraktım ardımda sana biliyorum;seni terk edip gitmek istemedim karanlığın içinde öylece..
“hepimiz güçsüzüz aslında” demiştin,ağzını şişeden tam anlamıyla çekerken.Gitmemi istemiyordun;anlamsız sorular sorup,aklımı karıştırmaya çalışıyordun kendince.Yanılıp da gitmemem için.Yanında olmamı istiyordun;sanki uzun süredir aradığın birisi gibiydim.Yanıbaşında oluşum yetmiyordu sana.Yarını istiyordun benden;öteki günü ve diğer günleri de. “niye gidiyorsun ki?”diyordun.Daha yığınla yapacağımız şey vardı sana göre.Oysa ki;birgün önce beni tanımıyordun bile..
Belki de hiç düşünmemiştin bunu; birgün önce beni tanımadığını yani.Şaşkındın sen de en az benim kadar.Oysa ki bir ömür geçirmişiz, farkında olmadan tanıyormuşuz birbirimizi paralel yaşamlarımızdan.
Zaman meselesi değildi bu,yaş da değil..Doğru ya da yanlış hiç değil.Sadece benim bahanem bu,gitmemi zorlaştırmaman için uydurduğum.
..Ardından yürümek istedim aslında;hayatımın neresindeydin?Karar vermeye gücüm yetmeyecekti;biliyordum ve sen döndün,geldin benden önce.Uzattığımda tutunman için elimi;gitmek istemediğini anladım..ve yukarıya çektim seni.Gelişin mutlu etti beni.Hele ki düşmemiştin ya!Nihayet yanımdaydın işte..
Karar veremedik bir süre;yan yana olmanın telaşını yaşıyorduk belki.Ayrılmak için bir araya gelmiştik ama;ayrılığı beceremiyorduk bir türlü.
Oturduğun kayanın yanında olmalıydım belki ben de .Sana anlatacak bir öyküm vardı.Dinleyeceğinden emin bir o kadar da karasız..durdum yanında.Sen de biliyordun gitmek istemediğimi;ama ayrılış vakti idi..
“Gitme!” dedin;sonundaki ünlemin doğru olup olmadığını umursamadan..Özleyişin,gözlerindeydi konuşurken.Garip ama özlüyordun beni.Bir telaş vardı içinde saklı;ama çaresizliğini omzundaki başım hissetti;sen de gidiyordun çünkü..
-Söylemiştin;gerilen lastik,her ikimizin de canını yakacaktı kopunca-
Bırakıp gitmek istemedim seni;öyküsü tamamlanmamış bir kayalıkta.
Gözlerimi kapattığımda,bakışlarınla anımsıyorum seni;bir fincan çayın yanındaki sohbetin ile..
Kimbilir sen nasıl anıyorsun beni?Bir şarkının adında belki;bir babanın kızını kucaklayışındaki uykusuzlukla.Belki de bir kehribar kokusunda;gecenin çiyi ile karışmış..
Söyleyecek o kadar çok şey var iken sana;keşkelerle vakit öldürüyorum şimdi.Elimde bir sızı,sana el yazması bir mektup kadar yakın bu şehirde.

(*)Yanında çözülmekten korktuğum için;dinlemene engel oldum,yarım bıraktığım öyküyü..Ancak kağıtların arkasından seslenebildim sana ;yetişmiyor sesim..Uzaktasın bir yüzyıl kadar..

4 Şubat 2010 Perşembe

...........

Günleri unutturdu gelişin,
sabahı,akşamı,
O anın saatini
artık beklemiyorum seni;
artık tüm duvarlarımla karşındayım işte.
Gelip onları yıkacaksın diye korkum;
sağlam,tuğlalı,harcı-kireci ile
kopkoyu duvarlarımı.
Bir sözünle yıkılacak,bir bakışınla
yerle bir olacak şu kalbim pır pır atmakta..
Bankın soğuğu,martıların çığlıkları,
Olduğum şehrin yalnızlığı..;
artık önemli değil,
sen sen değil,ben de ben
Biz olma anı,bizbize olma anı
Olduğumuz yere
kurduğumuz evin huzuru içinde
sarıl bana..!
Biz iki kendini bilmez,
Birer uçurtma kuyruğu;
gökyüzünde birbirine dolanan
Henüz vakit var derken geçip giden zaman
Ardı sıra geliyor peşinden
Sen bana gelirken;artık
Tutarlı sözlerim var sana
bekle ;
Söyleyeceğim.

2 Şubat 2010 Salı

arşenin dansı

“İşte sana böyle bir hayat eşi gerekli “ derken ; ayakkabısının uzun kurdelesini boynuna dolayan genç kadın çoktan seçimini yaparak tavana asılı kalmıştı bile..
Sonrasında boşaldı içi.İçine itmekten kendisini ,o kadar tıkanmıştı ki;boğazı düğüm düğüm,gırtlağı suskun.Çığlık atmalıydı.Bu sefer sessiz olmayan,gürül gürül bir çığlık.Yalnızlığını da söküp çıkaracak yüksek frekansta bir çığlık;çığ gibi büyüyen,yapım eki ile kulakları sağır eden..
Çığlığın peşisıra gelen sessizlik.Arkasından başlayan müziği duymalıydın;o ritmi..Arşenin kemanın gövdesindeki dansını izlemeliydin.Ne kadar büyülü bir etkiydi anlatamam sana.Mavi eteğine dolanan kuşağını çözmeye başladığında başladı müzik sessizlikle birlikte.Sonra bulutlar geldi yavaş yavaş.Önce mavi, sonra grileşen bulutlar ; rüzgara rağmen direnip dağılmayan bulutlar.Evet üzerimizdeydi fırtına öncesi ama korkmuyordum ben;sen yanımda olmasan da başa çıkabilirdim bu gelip gitmelerle.Oturup burada fırtınanın gelişini beklemeyecektim biliyordum..Gideceğimden o kadar emindim ki;çözülmüş kuşağı bağlayacak bir yelkenim bile hazırdı açık denizlere çevirmiş yüzünü..
Sensiz bir yolculuk olacaktı biliyordum ama müziği sen de duyabilirdin.Çığlık kesildi artık,sessizlik de sustu.Birazdan tayfaları atlatıp,kemanı,mavi eteklerimi ve içimden çıkan her şeyi yükleyip tekneye ,yola çıkacağım..

....Önce veda etmeliyim sahnedeki sanatçıya ve şeytanın kemancısına..

Ayakkabılar hiç eskimemişti.Çünkü genç kadın onları hiç giymedi..Süslü bir kutunun içinde gelmişti topuklu,el yapımı,lacivert ayakkabılar.Önce yakmaya çalıştı genç kadın şöminede onları.Acısı ancak ateş ile söndürülebilirdi;canı çok yanıyordu.Tüm vücudunu kaplamıştı yılların yorgunluğu ve vefasızlığı..Sonra müzik başladı ; içine aldı genç kadını.Yıllarca çalmaktan parmakları nasır tutmuş; yadigar kemanı artık uzanıp alamayacak kadar yorgun hissediyordu kendisini.Üzerini örten kumaş parçasını soyup çıkarıp;mavi eteğini giymek istedi..Etek,kuşağı çözülüp tekneye yüklenmişti bile..Gecikmişti.
O’na düşen artık lacivert denize bırakmaktı kendisini; yaklaşan fırtına öncesi..Keskin,soğuk o koyu mavi kadifeye..

1 Şubat 2010 Pazartesi

kapkara

Kara günlüğüne
bunu da ekle,
kalemin geri geri gitmesin.
Bir gün olacaktı nasılsa;
tarihi belirsiz,
beklenendi sadece.

Kara günlüğüne
ak satırlarla yaz gidişimi
ayak seslerimi duyduğunda
bu kapının ardından
ve hoşçakal bile diyemeden
yalnızlığına.

29 Ocak 2010 Cuma

....

Beklediğin yağmurlar geldi işte;
saçlarını bırak ıslatsınlar..
Kollarımla sardığımda seni
nasıl olsa kuruyacaklar.
Özlemlerini nasıl bastırdıysan gövdene
şimdiye kadar dokunmadıysan sözcüklerime;
beni biriktirdiğini biliyorum içinde..

Bir sabah uyanıp,
uykuya daldığın kollarımda bulursan kendini,
şaşırma..
yeter ki dilinin tutulması geçsin sağanakların arasında
yeter ki arkadaşlığın sürsün oyunbozan çocukluğum karşısında..
aynı şekilde gelirim yanına,sana yol olmaya.
nedir ki;kaybettiğimiz bir kaç galon benzin olsun
sana geleceğim yolları arşın arşın geçerken..

kış devam ederken //İzmir

üzerine alınma

Seninle tartışmayacağım bu sefer;hiç iştahlanma karşımda..Bir arkadaşın,adını anmasıyla geldin aklıma.Bir süredir sesin soluğun çıkmıyordu;ya da iyi kamufle etmişsin kendini,ben farkedemedim..Soluğunu ensemde hissedene kadar da farkedemeyeceğim sanırım..Çok yağmurun yağdı,rüzgarların esti,oyuncu değişikliği yapıp oyundan diskalifiye ettiklerin oldu, takip ediyorum uzun zamandır.En son bahardı,canımı yakmıştın.Sana "bana dokunma..!" dediğim halde damarımı patlatmıştın üzerine basıp.Kan kaybı,şuursuzlukla gördüğümü sanmıştım seni yedi kat perdenin ardında.
Sonra bir daha sesimi soluğumu çıkarmadım karşında..Yaralarımı sardım,kan izlerini temizledim..şimdi de bandajları açıyorum yavaş yavaş..Renkler gitmiş,yağmurlar çoğalmış..Soğumuşsun.Zaten sana ısınmayan bedenim artık çok daha soğuk.Soğuk daha keskin,soğuk daha çok biliyor dişlerimi,tırnaklarımı;keskinleştiriyor.Seni yırtıcılığım ile korkutmak istemedim ama ektiğini biçermiş insan..İnsan;öznesi olamayacak kadar bu cümleye hakimsin sen işte;anlamsızlığın da buradan kaynaklı..Seni anlayamıyor;varlığına bir anlam veremiyor olmam da bundan..
Uzun ,soğuk,belirsiz bir kış geçiyor üzerimden,üzerimizden.Yol yine uzun,zorlu.
Buarada,unutmadan ;özlediklerimden ve sevdiklerimden uzak durman için daha ne kadar diyet ödemem gerekli;sen bunu bir düşün..
Bir dahaki zelzelede görüşmek üzere..

28 Ocak 2010 Perşembe

sis

Sis,tüm ayıplarımızı örtecekti buluşmak için seçtiğimiz günün sonunda.Islandıkça neminden;soyunacaktık.Utanacak bir şeyimiz olmayacaktı;çırılçıplak kalana dek konuşacaktık nasıl olsa.Eteğimizi sıyırıp;mahrem anlarımızın sakıncası ile içimizi dökecektik .On beş yılın özlemiyle,on beş yılın dolmuşluğu ve hapsolduğumuz suskunluğumuz ile..Nasıl olsa sis, paravan olacaktı yüzlerimiz arasında birbirimizi tanıyamayacağımız bir buluşma öncesi..
Buluştuğumuz nokta,bir basamak olacaktı sen ve ben için.Henüz “biz” i oluşturamadığımız ağırlığın hissi ile bir buluşma olacaktı bu..Eğer sen gelseydin;ben gitmeseydim..Geyikler çoğalmasaydı,aslan kükreyip,balık ağaca çıkmasaydı ..dı..dı.dıı
Buluşma olacaktı adı;kör bir noktada durduğumuz ve birbirimizi göremediğimiz o “an” ın adı..
Sisin bahanesi de iklimin kırgınlığıydı belki paravan olmaktan kaçarken sessizliğimize..

Sonbahar//ankara

27 Ocak 2010 Çarşamba

satır arası

Zamanın yarıklarından sızıp

“an”larımı yakaladın benimle

sımsıcaktı gelişin,

usulcaydı.

Eğlendiğim ve paylaştığım tüm

vakitlerim içindi

müteşekkir duruşum;karşında

ve yalnızlığım artık,senindi..

Bitmeyecek bir şiire başladım seninle

dinmeyecek bir yağmura kapattım şemsiyemi.

Çocuk sevinçlerimle

verilmiş bir armağandın bana.

Şimdi;

o asık suratında bir gamze kadar derin

mutluluğunu görmem için

gülümse bana.

Bil ki bugün,

tüm olumlu satırların arasından

seçilenler ile yazılmış

bu şiir sanadır,

yalnızca sana..


Sonbahar//İzmir