Her yaprağı,düşerken tutuldu
henüz dalından,tazecik.
Her harfi bir buğday tanesi kadar sarı
onca keşmekeş içinde yüzünü anlatan
emekçi defterimin.
şehrimde yorgun yüzün,
okkalı bir sevdayı çağırıyor hüzün..
Yanında isyankar;
sığınıyor yalnızlığına tenimin.
Kehribar renine boyanmış şiirlerinde,
bir başak tanesi kadar uzuyor boyum;
sesimse bir oktav daha inceliyor;
bilesin diye yanında olduğumu
gecenin hamağında okuduğun şiirlerinin.

Hakkımda

Fotoğrafım
"O'na ulaşmak istedim mi ilkin kendi adamlarımın silahlarına takılıp daha öteye gidemiyordum" Franz KAFKA

13 Ocak 2010 Çarşamba

Kafa Kafaya

Kafamı alıp gezmeye çıkardım bir saatliğine. Bir saatliğine içtiğim tavşan kanı çaydan ve bulutun arkasından çıkan güneşten başka bir şey düşünmeyecek..İki burun deliğinden soluk alacak,sadece düşünmeyecek.
Parktayım; adını bilmediğim , yan masamda iki İngilizin güneşlenerek çay içtikleri bir park..Bir saatim var.Koskocaman bir saat.Neler yapılmaz ki!Ama kafam ve ben sadece oturup çay içeceğiz bu bir saat içinde.Başka bir şey yapmadan,başka bir şey görmeden,düşünmeden..
Telefonunu açsaydı belki o da burada olacaktı;şimdi kafamı değil de onun anılarını dinliyor olacaktık.Ama kafam huzurlu,kafam bomboş..
Renkli renkli oyuncaklar;oyun çocukları üzerinde..Sağa-sola,aşağıya-yukarıya sallanıp duruyorlar..Renkli..Çocuklar için..Benim kilom bir çocuktan ne kadar fazla ki?Bir buçuk çocuk kadar işte.Belki de daha az kimbilir..Durmadan zayıflıyorum;kafam rahat.
Kafam patladı!Evet,onu,hava alması için parka çıkarmıştım kolumun altına alıp..Oysa ki sadece çay içip soluk alacaktık hayattan;duracaktık öylece.. ..Güneş gitti.Bulutun arkasına saklandığı gibi,ardından da ağlayan bulutlarını da getirdi rüzgar.Fırtına çıktı sonra.İki İngiliz,askılı tişörtlerinin üzerlerine yapışmasını engelleyerek yağmura direndiler.Kağıtlarım uçuştu,saçlarım sırılsıklam..
Oyun çocukları yüksek ateşle yatağa düştüler..Kafam ıslak..Patlakların arasından su sızmaya başladı.Çayım hala demli,Rüzgara,yağmura rağmen hala birileri geliyor,masalar doluyor..
Kafam huzursuz, mırıldanmaya başladı; “hadi gidelim” diyor.
Ama nereye?
Soluğumu tutup dip dalmaya hazır değilim henüz.Vücudum yorgun.Beklemeliyim belki de ,güneş çıkacak biliyorum..
Ama kafam sıkıldı.Biliyorum;sıkıldıkça su çıkıyor..Belki de preslemek gerek tekrar;bir daha hiç çıkmasın olduğu yerden..
Yolum uzun;alıp kafamı gitmeli,yola düşmeli..Bir saat geçiyor;vakit azalıyor..
Çayını içirdim kafamın.Artık gitme vakti
Yağmur hızlandı.
Çocuklar hala inatla sallanıyorlar salıncakta;bir ileri bir geri..
Kafam ise iyice sersem; “hava almaya çıkmamalıydık” diyor.
Sanırım bana bir daha güvenmeyecek ve benimle bir daha hiç biryere gelmeyecek.
Ee haklı kafam..Onca yorgunluktan sonra..onca düşünceden,onca okumadan sonra..
Anlamalıydım yorgunluğunu,zayıflığını..Ama yine de benim kafam ne yaparsın;alıp da çöpe atamazsın..ya da dolaba kapatamazsın..
Aslında fena fikir değil ;ileride bir çöp var.Alıp kafamı atsam bir çöp tenekesine ..Çöpçüler “bunu alamayız abla,bu çöpler arasında sınıflandırılamıyor ne yazık ki” derler mi acaba?
Derler!
Çöpe atmayı bile beceremem ki bu kafayı! Memlekette bu çöpçüler,bende de bu patlak kafa olduktan sonra..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder